İçimdekiler
Küçüğüz. Yazlar çoğunlukla yaylada geçiyor, anneannemlerin yanında. Karşı evle avlularımız birleşiyor, karşı evde dedemin kardeşi Ali Amca'nın torunu Gülşen oturuyor. Yazları bol bol güneşle, otla, tozla, toprakla haşır neşir olup çokça konuşuyoruz. Ortak noktalarımızla neşeleniyoruz. Birbirimizi seviyoruz. Yine böyle bir gün bana okuduğu bir kitaptan bahsediyor, diyor ki adam bir gün saatini kolundan çıkarmış ve tüm gün hiç saate bakmadan gezmiş durmuş. Onu bildim bileli özgürlükten bahsederken gözleri parlar. En sevdiğim ortak noktamız bu. Lakin o gün bahsettiği adamın hafifliği beni sarsmadı. "Ne ki yani?" dedim, alt tarafı tüm gün saatine bakmamış, "E ben hiç bakmıyorum?" Zaman, o vakitlerde ayakta pranga, omuzda yük, sırtta kırbaç değildi dolayısıyla hikaye çok dokunaklı gelmemişti. Akşam ezanını bilirdim bi evde olunması gereken vakitten, o kadar. Bazen oyunun keyfinden üçkağıtçılığa saklanır ezanı duymamış gibi yapar anneannem adımı tüm mahalleye haykırana kadar dönmezdim eve. Artık bu numaralar işe yaramıyor. Çünkü artık bana tolerans tanıyan anneannem yok, patron var. Patron geç kalınca "Neden geç kaldın?" diyor. "Hadi geç otur sofraya" demiyor. Artık en büyük üçkağıt alarm ertelemek. Hayatın oyun oynamam için ayrılan süresi bitti, çalışmak lazım. Günümün dokuz saatini bir miktar para karşılığında birilerine satmam lazım yoksa aç kalırım. Buraya kadar anlattıklarım biricik değil, beklenen gidişat bu. Herkesin başına gelen bu. "Normal" sayılan bu.
Bir gün bir yazıya denk geldim, elbette tesadüf olmayan. Gerçeği olduğu gibi kabul etmemekten bahseden. Kafamda sürekli aynı sorularla, kalbimde aynı sızıyla geçen uzun bir zaman sonra gerçeğe bir de burasından bakayım ama gerçekten bakayım dedim. Önüme koyayım, bir öyle çevireyim, bir bu yana yatırayım, enini boyunu kurcalayayım. Bana en acı veren yerlerine dokunayım. Gözlerimi dolduran yerlerine. Önce tanışayım belki sonra kabullenirim. Ama bu omuzları düşük bir kabulleniş değil kutlama gibi, barışma gibi bir kabulleniş olsun dedim. Sonra o nasıl olacak dedim. Nefretim mi kederim mi daha büyük, gençliğim mi daha uzak dedim ya! Devreler yanınca bir küçük soluklandım ve yoluma koyuldum. "Önce şikayet etmeyi bırakmalı" dedim. Buradan başlamalı. (Geldi -meli, -malı ekleri yaşasın yeni ödevler) Sonra içimde çiçekler açtıran şeyleri bir bir hatırlamalı. Benim gibi bir sorunun çözümünü bulmadan rahata eremeyen, her şeyi ama her şeyi kafasının içinde tekrar tekrar yorumlayan, mevcut durumdan hikayeler yazan, dersler çıkaran, çıkarım üstüne çıkarım yapan bulanık zihinler için yolun üzerinde bir taş varsa yolun kenarındaki çiçekten keyif almak yazık ki pek mümkün değil. İşte sana öğrenmek gereken bir şey! Al Meryem'cim düşünür durursun bunu. Taştan gözünü alıp, yüzünü nasıl çiçeğe döneceğini bul, yoksa mutsuz olacaksın.
Hayatı kendi yorumundan sıyırınca olay örgüsü sadeleşiyor. Mesaj netleşiyor. Abartmıyorsun. Zaten şu dünyada sağlık dışında hiçbir şeyi abartmamak lazım, bunu da biliyorsun. Karşı çıkmayı, inkar etmeyi, gerçeklerden kaçmayı şöyle bir yana koyup Gülşen'le konuştuğunda gözlerini ışıl ışıl parlatan mevzulara bi dönüp baksan? Bir çözüm aramadan durmayı öğrensen. Doğru bildiğini söylemeden yerinde sakince durabilmeyi. Zor olduğunu biliyoruz ama yalnız olmadığını da biliyorsun. İçinde çiçekler açtıran şeyler, aynı zamanda seni yol kenarındaki çiçeğe yaklaştıracak olan şeyler. Yol senin, gün sende misafir.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil