Buradayım, hala yazıyorum
Tek bir anda tek bir şeyi düşünmeyi niyet ederek çıktım yola. Bastım gaza. Dedim yazık değil mi bana? Ne gerek var bir çözüm uğruna? Bırak.
Bıraktım. Sola kırdım. Sol iyidir. İki yeşillik gördüm hemen yüz buldum. İşim gücüm dedim, ağaçlar olsa. En doğrusunu yapma derdini palamuta, en iyisi olma telaşını cevize, anlaşılmama kaygısını çınara ödünç verdim. "Tut şunu iki dakika ayakkabımı bağlıcam" der gibi verdim. Kaldı mı elimde kendini bilme arzusu?
Hiçbir zaman "ben buyum" buyuracak kadar hafif olamadım. Uzun yollarda sırtımda taşıdığım hep "ben bu muyum?" oldu. Huyumdur, sorduğum soruların cevaplarını alırım. Aldığım cevaplar kümülatif bir şekilde bir araya geldi, gidiş yolumdan da puan toplayarak bazen huzur bazen endişe verdi. Yirmili yaşlardaki kimlik arayışımı mekanik bir süreç haline getirip girdi çıktı dengesini, yedi hamle sonrasını düşünerek yaşamaktan yaşayamaz oldum. Sonra kurtuldum. Başkaydım bambaşka oldum, noldum noldum?
Söz konusu kurtuluş, bir mücadele neticesinde elde edilmiş -yani hak edilmiş- bir kurtuluş değildi. Doğalında gelişmiş, kucağa düşen kendiliğinden bir nefes alıştı. Kronolojik sırayla olaylar şöyle gelişti: Soruyu sırtımdan indirdim, avcumun içine aldım, göz hizamda sabitledim, biraz baktım ve yere bıraktım. Bırakmak çoğu zaman tutmaktan evladır. Benim bu hayatta sıkı sıkı tuttuğum bazı şeyler var. Onlara inancım var. Soruya inancımı kaybettiğim için bıraktım. Onu da kendimi de özgür bıraktım.
Ne olduğum sorusundan kurtulur kurtulmaz kendimi başka başka soruların evlerine misafir ettim. Bir büyük soruyla işleri halletme kurnazlığımdan utandım. Zaten tek bir kişi de değildim, biriyle konuşurken bile değişiyordum. Duyduğum kelimeler kulağımdan simli mor bir tutkal gibi akıp damarlarımda geziniyordu. Renk değiştiriyordum.
Bazen hararetle bir şeyi savunurken bir bakıyorum öyle düşünmekten vazgeçmişim. Karşıdaki ağız bana bambaşka yollar döşemiş, buyur etmiş. İkna olmak ya da olmamak için çabalamıyorum. Kendimi ağzın sahibinin geçmişinden, titrinden, varlığa hükmünden soyutlayıp sadece zikrine bakıyorum. Söylediği şey daha önce benim aklıma gelmemişse bir küçük buruluyorum -insanım, egom var. Ama aklıma, ruhuma yepyeni bir modifikasyonun heyecanıyla çabucak unutuyorum.
Fikirlerimi aklıma yapıştırmıyorum, iğneyle tutturuyorum. Kendimden emin olmuyorum. Ortalıkta endişeli endişeli geziyorum. Bazen ciddiye alınmıyorum bazen inandırıcı bulunmuyorum bazen eğreti duruyorum. Bunları umursamıyorum. Cümlelerimin altını çizme, altına imza atma meraklısı değilim. Beğenmeyen beğenmesin, kendi kendimin hakikat arayışı da olurum. Elbette bunca açık kapı yıkıp dökecek rüzgarlara sebep olacak, olsun. yıkılsın, yerine yenisi yapılsın. Yenilensin içim, değişsin.
Bıraktım. Sola kırdım. Sol iyidir. İki yeşillik gördüm hemen yüz buldum. İşim gücüm dedim, ağaçlar olsa. En doğrusunu yapma derdini palamuta, en iyisi olma telaşını cevize, anlaşılmama kaygısını çınara ödünç verdim. "Tut şunu iki dakika ayakkabımı bağlıcam" der gibi verdim. Kaldı mı elimde kendini bilme arzusu?
Hiçbir zaman "ben buyum" buyuracak kadar hafif olamadım. Uzun yollarda sırtımda taşıdığım hep "ben bu muyum?" oldu. Huyumdur, sorduğum soruların cevaplarını alırım. Aldığım cevaplar kümülatif bir şekilde bir araya geldi, gidiş yolumdan da puan toplayarak bazen huzur bazen endişe verdi. Yirmili yaşlardaki kimlik arayışımı mekanik bir süreç haline getirip girdi çıktı dengesini, yedi hamle sonrasını düşünerek yaşamaktan yaşayamaz oldum. Sonra kurtuldum. Başkaydım bambaşka oldum, noldum noldum?
Söz konusu kurtuluş, bir mücadele neticesinde elde edilmiş -yani hak edilmiş- bir kurtuluş değildi. Doğalında gelişmiş, kucağa düşen kendiliğinden bir nefes alıştı. Kronolojik sırayla olaylar şöyle gelişti: Soruyu sırtımdan indirdim, avcumun içine aldım, göz hizamda sabitledim, biraz baktım ve yere bıraktım. Bırakmak çoğu zaman tutmaktan evladır. Benim bu hayatta sıkı sıkı tuttuğum bazı şeyler var. Onlara inancım var. Soruya inancımı kaybettiğim için bıraktım. Onu da kendimi de özgür bıraktım.
Ne olduğum sorusundan kurtulur kurtulmaz kendimi başka başka soruların evlerine misafir ettim. Bir büyük soruyla işleri halletme kurnazlığımdan utandım. Zaten tek bir kişi de değildim, biriyle konuşurken bile değişiyordum. Duyduğum kelimeler kulağımdan simli mor bir tutkal gibi akıp damarlarımda geziniyordu. Renk değiştiriyordum.
Bazen hararetle bir şeyi savunurken bir bakıyorum öyle düşünmekten vazgeçmişim. Karşıdaki ağız bana bambaşka yollar döşemiş, buyur etmiş. İkna olmak ya da olmamak için çabalamıyorum. Kendimi ağzın sahibinin geçmişinden, titrinden, varlığa hükmünden soyutlayıp sadece zikrine bakıyorum. Söylediği şey daha önce benim aklıma gelmemişse bir küçük buruluyorum -insanım, egom var. Ama aklıma, ruhuma yepyeni bir modifikasyonun heyecanıyla çabucak unutuyorum.
Fikirlerimi aklıma yapıştırmıyorum, iğneyle tutturuyorum. Kendimden emin olmuyorum. Ortalıkta endişeli endişeli geziyorum. Bazen ciddiye alınmıyorum bazen inandırıcı bulunmuyorum bazen eğreti duruyorum. Bunları umursamıyorum. Cümlelerimin altını çizme, altına imza atma meraklısı değilim. Beğenmeyen beğenmesin, kendi kendimin hakikat arayışı da olurum. Elbette bunca açık kapı yıkıp dökecek rüzgarlara sebep olacak, olsun. yıkılsın, yerine yenisi yapılsın. Yenilensin içim, değişsin.
Yorumlar
Yorum Gönder