Alamet-i Farikalar Diyarı ve Kendini Bilme Arzusu
"Herkesin bir alamet-i farikası vardır şu canına yandığımın hayatında." diyerek verdiğim referansın anlaşılmama ihtimaline karşı Demirkubuz Zeki'ye selam çakarak yazıma başlıyorum. Atıf yaptığımda anlaşılsın isterim. Neye dokundurdu bu şimdi denmesin, o kadarcık da entelektüel dolgunluk bu garibe çok görülmesin isterim. Eskiden kendimden bu talebimi, kendime itiraf edemezdim. İçimdeki AB grubuna oynayan ortalamacı vasat, böyle bir durumda hemen sazı eline alır "Bak seen demek insan beğenmiyorsun, sen kimsin yaa kim-sin!" şeklinde Seda Sayan'ın Erol Köse tiradı gibi nefessiz bana sallardı. Ne kadar anlatabildim bilmiyorum ama tahmin ediyorum sizde de vardır böyle varlığınıza muhalefet bir iç ses. Ne zaman kendinize dürüstçe bir şey itiraf etmeye kalksanız vicdanınızı foşur foşur suçluluk duygusuyla yıkayıp size geri adım attırır. Artık durduğunuz yer kendinize bir adım daha uzaktır.
Şimdilerde hep duyduğumuz bir bütün olma halinden kasıt zannediyorum bu olmalı. Yani içerdeki "Benim böyle bir talebim, standardım, beklentim, sınırım var / ben bunu istemiyorum." diyebilen yalansız dolansız tazecik o sesle, hakiki duyguların katili manipülatif lagalugacının kakafonisi arasında dengede durmak. Hadise bunları barıştırmak ki zannediyorum iç huzur da öyle temin olan bir şey. Peki ne yapmalı? Durum tespitini yeterince pekiştirdiysek sihirli cümleyi söylüyorum. Arkadaşlar, her şeyi düşünmeye hakkımız var. Ve biliyor musunuz her şeyi hissetmeye de hakkımız var. Şimdi "Bu muydu?" buyuranlarınız olacaktır, "Zaten biliyoruz"cular çıkacaktır, çıkmasınlar efendim. Çünkü insanın kendine söylediği yalanların kuyruğu yok. Hem kendimden biliyorum hem de bizim bi arkadaş. Bakın yukarıdaki bahiste şakası anlaşılmayınca üzülen bir birey görüntülüyoruz öyle değil mi? Gayet anlaşılır bir sıkıntı. Bundan sebep de dilinden anlayan insanlarla dost meclisi inşa etmek istiyor ki bu da gayet makul bir talep. Ama bütün bu düşünceler ayyuka çıktığı anda bir ses "vay sen vatan haini nasssıl böyle düşünürsün geldiğin yeri unutma her şeyden önce sen bir annesin" şeklinde yoluma taş koyup suçluluk duygusunu elime yüzüme cuva ediyor (bizim orda öyle derler alternatifini bulamadım). Bilmiyorum kültürden mi cinsimden mi dolayı "Bazı şeylere hakkın yok, daha fazlasını istemek ayıp, bununla da mutlu olabilirsin." gibi düşünce kalıplarına çok hızlı uyum sağlıyor, kendi arzu ve ihtiyaçlarımı minik minik hasıraltı edebiliyorum. Küçükken misafirlikte ikinci bardak çayı isteyip istemediğim sorulduğunda annem gözümün içine baktı diye mi tüm bunlar? Sanmıyorum.
Ama bunu farketmem benim kurtuluşum, kendi elimden en güzel tutuşum oldu. Ben bunları böyle fabl gibi önce karga gelmiş sonra horoz demiş ki filan diye olay örgüsüyle anlatıyorum ama bunlar bilinçaltı düzeyde nanosaniyelik karar ve hükümlerle gerçekleşen eylemaltı düşüncelerim. Sonradan öğrendim ki bir tek benim değil istisnasız herkesin zihni böyle çalışıyor ve o içerdeki sesleri duymak için kendini epey yakından dinlemek gerekiyor. İçerdeki o sapan lastiğini çekmiş, eleştirmek, suçlamak ve yargılamak için hazırda bekleyen Meryem kişisini önce görmezden gelmeyi bıraktım. Çünkü doğanın kanunu; bastırdığınız her şey bir süre sonra fışkırır. He dedim söyle ne diyosun selfsabo reyis, ne istiyosun benden? Sonra "Neden böyle yapıyosun?"a geldi konu. İşin orasını çözmek biraz zaman alıyor. Birtakım kalp kırıklıkları, çeşitli yaralar ve bakılmak istenmeyen yerlerle uzun yüzleşmeler içeriyor, kolay değil ama isteyince oluyor.
İşte benim alamet-i farikam da bu. Kendime sormak, kendimi bilmek, kendimi bulmak. En büyük derdim de kendimi ilerletmek. Meselemin bu olduğunu anladığımda bir sisteme ihtiyacım olduğunu farkettim ve periyodik olarak meme kontrolü yapar gibi kendimi yoklamaya başladım. Bu kapsamda kendime bazı sorular hazırladım. "Aynı kelimeleri mi kullanıyorum?" mesela en sevdiğim ilerleme sorularından. Tekrara düşmek, aynı şekilde aynı şeyleri yermek, aynı şekilde sevinmek, aşırı tahmin edilebilir olmak bana yaşlılık alameti gibi geliyor ve sürekli aynı hikayeyi anlatan sıkıcı bir insan olmamak adına kendime içerden baktığım kadar dışardan da ne yaptığımı izliyorum. Sizin de üniversiteden sonra aynı üniversitedeki gibi kalan arkadaşlarınız vardır, you know what I mean.
Kabul ediyorum ki soruların en zoru "Kendime karşı dürüst müyüm yoksa öyleymiş gibi mi yapıyorum?" Bu soruyu tüm kalbimle yanıtlamaya çalışıyorum. Çok küçücük bir mesele olsa bile. Her gün spor yapmak istiyorum mesela ya da çay demlemek. Çay demlemeye üşenip bahane ürettiğim an kendi karşıma çıkıyorum. "Bunu yapacaksın!" da demiyorum ha onu da bıraktım. "Yapmak istemiyorsan yine yapma ama bu aklından geçenler bahane, gerçek değil haberin olsun öptm." diyor ve huzurlarımdan çekiliyorum.
Çenemin yayları gevşedi ama en sevdiğim metoddan bahsetmemek de olmaz. Kalben'in bir şarkısında "Ah kendimden bi çıksam, koşsam koşsam ve atlasam." diye bir dilek var çok severim. Bu duyguyla dolduğum çok olur. Biliyorsunuz biz başkası değil kendimiz olmayı yücelterek büyüdük. Böyle çok daha güzel olduğumuza inandırıldık. Ama kendi sınırlarını, neler yapabileceğini, kendin olarak yoklayamıyorsun ne yazık ki. Bunu kitap okumayı neden bu kadar sevdiğimi düşünürken buldum. Çünkü okurken Arif olabiliyorum, Ferhan, Türkan ya da Priscilla gibi düşünebiliyorum ve beni ben yapan özelliklerim masada değilken çok daha özgürüm. Düşünsenize ben tam bir yaz insanıyım, matematikten hiç anlamam, sol görüşlü bir ailede büyüdüm, hamburgeri hiç sevmem gibi üzerime yapışmış, beni ben yapmış bilgileri üzerimden atsam hamburgere de bakış açım değişir sol görüşe de. Ya da şimdiye kadar çok kereler deneyip bir türlü istikrarı sağlayamadığım bir konuda kendim hakkındaki "benden olmaz, bu işi beceremiyorum, yine başlasam yine sonunu getiremem" gibi öğrendiğim çaresizlikleri* şöyle koysam da başkası gibi davransam, biraz rol yapsam. Sizi temin ederim ki dostlarım işe yarıyor. Kendinizin bir adım dışına zıplayıp kendinizden hiç beklemediğiniz bir şey yaparsanız, ne kadar eğlenceli olduğunu göreceksiniz. Çikolatalı yerine meyveli dondurma almak ya da ona bu sefer hiç sinirlenmemek olabilir, paşa gönlünüz bilir.
Evet, keyifle yazdığım ama yazsam daha da yazarım gibi bir yazının sonuna geldik. Olsun onu da başka zaman yazarız. Zahmet edip buralara kadar okudunuzsa ya hakikaten sevdiniz ya da bu kadar gevezeliği nasıl bağlıcak allah aşkına diye meraktan devam ettiniz. Bağlayamıcam arkadaşlar. Bu yazı da böyle olsun. Hadi selametle.
İllüstrasyon: Kot Bonkers.
Yorumlar
Yorum Gönder