Mesele Ne Mesela?
Ne kadar çok şey saklamaya çalışıyordum ya. Tavrım, tabiatım bundan yana olsa iyi ama sigara molalarında cadı kazanlarının altını harlamamış gibi birbirinin yakasını düzelterek konuşan kurumsal şekerimlere bile en dürüst cevaplarımı verdim hep. Üniversitede bir kız vardı dahi anlamındaki -de'nin yazımı dahil birçok imla kuralıyla çok içli dışlı olmadığı halde her fırsatta uzaklara bakarak roman yazdığını bize hatırlatan. Sınıfta Cumhuriyet gazetesi okur, "Benim dedem köy enstitüleri mezunu" derdi. Aynı bu kolpalıkla başına gelenleri kazık yemek, sırtından bıçaklanmak gibi arabesk deyimleri tercih ettiği bir anlatımla bizlerle buluşturduğu gün hikayenin bir yerinde göz göze geldik. O an kendi bakışlarımın farkına vardım. Kendisinden haz etmediğimin farkına varmaması mümkün değildi çünkü kafamdan geçenler, mimiklerimden dışarı fışkırıyordu. Bakın aradan on yıl geçti, hala sizi sevmiyorsam yüzüme bakarak anlayabilirsiniz.
İş hayatında da gani gani ceremesini çektim bu beceriksizliğimin. Allah'tan hep benden daha akıllı bir badim oldu da biraz onların aklıyla kurumsalda rahat ettim. Zamanla da saklamak konusunda ustalaştım. Bazen neşemi bile saklıyordum. Fazla heyecanlı bulunmamak için. Derken Türk kahvesi makinalı mutfakları, halıfleks kokan cam odaları ve ismimin sonundaki "hanım" kelimesini başka ülkede bırakıp tüm o düşünülüp taşınılmış tepkilere ihtiyacımın kalmadığı bir yere taşındım.
Eski halime dönmeye çalıştım olmadı. Senelerce saklamıştım. Kırıldığımı zayıf görünmemek için, öfkemi antipatik bulunmamak için, istemediğimi sivrilmemek için, beğenmediğimi dışarda kalmamak için, doğru bulmadığımı yanlış anlaşılmamak için... Şimdi bir parmak şıklamasıyla kimseye dürüst olacak değildim. Ama olaylar gelişti. Kabul görme arzusunu reddetmeyi öğütleyen bir kitap geçti elime. Onu reddedince beklenti içinde olma halini de reddetmiş bulundum ve bu reddiyeler kumpanyası hayatımda daha önce hiç adım atmadığım bir alemin koynunu açtı bana. Eylemlerim özgürleşti, cildim parladı.
İçimden, aklımdan, kalbimden geçen hiçbir şeyi saklamıyorum artık. Alınmanın alınanın kendi yarasıyla ilgili olduğunu biliyorum. Öfkelinin öfkesi kendine ait. Yargılayanın yargısı kendine zulmünden. Hiçbiri bana ait değil, benimle ilgili bile değil. Buna ayınca içimde serin serin ırmaklar akmaya başladı, bir anda dört başı mamur bir sınır çizildi tüm insanlıkla arama. Bir kitap, içimde nereye gitsem benimle gelen bir çınar gölgesi icat etti.
Benim gibi muhteviyatı yüzünde asılı biri için çok zor bir şeydi saklamak. Hele yalan söylemek, ima etmek, öyleymiş gibi yapmak, kurnazca toparlamak, haylazca fışfışlamak! Sonunda kendimi bu çer çöpten kurtaracak cesareti gittim, buldum. Kendimin badisi oldum. Kimsenin kötülüğünden nasiplenmiyorum, zayıf göründüğüm anların keyfini çıkarıyorum artık. Hayattayım ve burada bu da var. Başkasının benim yüzüme bakınca ne gördüğü benim meselem değil. Ben kendi meselemin gayet farkındayım. Herkese de kendi meselesiyle meşgul olduğu bir hayat dilerim.
Yorumlar
Yorum Gönder