"Beni bu kentte tutan, boğazı değil, geçmişimdir"

"Bir süredir göz kapaklarımın üzerinde mentollü ağırlıklar hissediyorum ve kulaklarımda sağırlıklar. Klişe bir yetişkin postuna gözü kapalı koşuyorum. Su samurları gibi hissediyorum kendimi. Kelimelerini doğru seçemeyen su samurları gibi. Etik ve estetikten uzak zavallı bir evrende mecburi dedikodular yapıyor, ellerimi doğru kullanamıyorum. Hakkıyla ifade edilmiş duygu ve durumların parmak şıklaması bir trans halinden günümüz Türkiye'sine ışınlıyor beni. Gözümü açar açmaz yeri göğü şöyle bir süzüyorum, bayılmıyorum ama neticede memleket memlekettir."

Takribi iki sene kadar önce söz konusu memleketin en kalabalık şehrinde tam zamanlı, renkli yakalı bir çalışanken günlerin birinde, defterlerin birine not almışım. Defterlerim genelde böyle notlarla doludur. Bu notlar benim bir yerden bir yere giderken şarj olduğum, benzin doldurduğum, sağa çekip bi sigara yaktığım küçük molalar gibidir. Kaynama noktasına gelince ivedilikle bir defter kapar ve sayfalara taşarım. Biraz sakinler, yola öyle devam ederim.

Ait olmadığım bir yerde var olmaya çalışmak zanaatında birinciyim. Ustalaşmak seçimim değildi, şartlar beni buna itti. Öğle yemeklerinde ısmarlanan salatalara uyum sağladım. İçimden "bundan banane, banane bundan banane yo" şeklinde güftesiz rap şarkıları bestelerken dinlediğim üst düzey yönetici anılarına uyum sağladım. Sosyal açıdan yeterli görünmek adına muhatabına ulaşmayacağını bildiğim halde açtığım nahoş sohbetlere günbegün uyum sağladım. Ama hayat evriliyor. Gün geliyor bütün bunlardan uzaklaşıp yeni şeylerden şikayet ederken buluyorsun kendini. Eskinin hafızanda kalan üç beş kılçıksız anısı yüzünden şimdiye burun kıvırıyorsun. Eskiden ne güzeldi diyorsun köprü, ışıkları yanardı, trafik aklına bile gelmiyor. Dostlarım vardı diyorsun orda kaldı, karşı yakada diye rutin kontrol sıklığında görüştüğün aklına gelmiyor. Coğrafi konumu diyorsun ekvatora da yakın misler gibi güneş, Adana'nın sıcağını bile unuttun gitti. Artık geçmiş sakin, ulaşılmaz ve kusursuz. Her gün farklı bir boka uyum sağlıcam diye sağlığımdan olduğumu ben değil ama zihnim çoktan unuttu, çünkü çalışma prensibi bu. Kötü anıları silip iyileri bırakıyor. Bi yerde iyi ki öyle yapıyor kimse duygusal yüklerini kambur gibi sırtında taşımak istemez. Ama yani bu da biraz dolandırıcılıktır, evrakta sahteciliktir ya.

Herkesin bir bölü dördü boyunda olduğumuz, hayatımızdaki kararları kendi kendimize verme hatta yer yer popomuzu silme kudretimizin bile olmadığı, sürekli istemediğimiz bir yemeği yemeye, istemediğimiz bir dersi çalışmaya, oyunun en eğlenceli yerinde eve çağırılmaya zorlandığımız, tercihlerimiz, arzularımız ve doğrularımız hakkında en ufak bir fikrimizin dahi olmadığı bu melun dönem, yani çocukluğumuz, nasıl olur da en çok özlemle andığımız zamanlar olabilir? Düşününce o zamanlar gerçekten mutlu hissediyor muyduk? Ben sıkıntı içerisinde olduğumu iyi hatırlıyorum ama bunu anılarımın üzerindeki öğretilmiş romantizmi güç bela sıyırınca farkettim. Sıkıntılıydım çünkü misafirliklerde sıkılıyordum, sıkıntılıydım çünkü sınırsız ihtiyaçlarıma (bkz.iibf) harçlığım yetmiyordu, sıkıntılıydım çünkü kimsenin birbirini tanımadığı, dolayısıyla kimsenin birbiri hakkında fikir sahibi olup konuşmadığı bir yerde yaşamak istiyordum ama köyden bozma bir ilçede doğdum. Büyüyünce önce İstanbul'a sonra Berlin'e kadar geldim sırf bu konfor için, şimdi de o köyden bozma ilçeye salya akıtıyorum. Ben gerçekten iflah olmam arkadaşlar, konu buralara geldiyse müsaadenizle bi tane de kendime sallıcam. 

Masumiyet Müzesi "Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum." diye başlar. İşte öyle bir şey yok. Günün sonunda satırlardır yazdığım şey Orhan Pamuk'un tek cümlesine tekabül etti. Canım sağ olsun.






Yorumlar

Popüler Yayınlar